hesabın var mı? giriş yap

  • ortadoğu’da sıradan bir gün haberi aslında.
    bir hemşire ve teknisyen şakalaşıyor ve teknisyen kalemini alan arkadaşının geri getirmesini sağlamak için yoğun bakım hastalarının oksijen vanasını kapatacağını söylüyor.
    yaparsın yapamazsın derken adam kapatıyor ve bu sırada bir entübe hasta ölüyor. ben böyle sıır görmedim
    ekleme: hemşireyle şakalaşırken oksijeni kapatan tekniker olarak değiştirilirse başlık daha iyi olacak
    ekleme 2: sayın hemşire arkadaşlar insanlar ben başlığı hatalı açtığım için sizden nefret etmiyorlar, zaten nefret ediyorlar.
    öğretmenden, askerden, polisten, taksiciden, esnaftan hatta doktorlardan da yaşam tecrübelerine göre değişen oranlarda nefret ediyorlar.
    siz yanlış başlık açandan, ekşi okuyan okumayandan, ekşi okumayan okuyandan nefret ediyor.
    içiniz rahat olsun hiçbirimiz sevilmiyoruz.

  • bir seriye bittikten sonra yeni hikayeler eklenmesi aslında o kadar da kötü bir şey değil. biz genelde ilk izlediğimiz filmlerdeki ya da okuduğumuz kitaplardaki o heyecanı arıyoruz ama bunun gerçekleşmesi pek mümkün değil. bir de şu içinde bulunduğumuz dönemde sürekli kötü örneklerle karşılaştığımız için ön yargılı olmamız biraz normal bence. peki hikayesini tamamlamış bir seriden beklentimiz nedir? birincisi orijinal hikayenin genel atmosferine ihanet etmemesi. ikincisi de söyleyecek yeni bir şeylerin olması. şimdi bakalım çoook uzun bir aradan sonra geri dönen matrix bu işleri başarabilmiş mi?

    --- spoiler ---

    filmin açılışı aslında başarılı. çünkü bir önceki seride efsaneleşen bir insan ortadan kaybolmuş ve yeni mücadelelere girecek bir ekip onu arıyor. ayrıca ilk seride tüm problemleri çıkarmış olan matrix kapatılmış. artık yeni kuralların geçerli olduğu bu nedenle yeni yeni sorunlar çıkaracak farklı jenerasyon bir matrix var.

    gelin görün ki bu film ilk seri kadar hevesle yazılmamış. zaten filmin içinde de böyle bir konudan bahsediliyor. yeni matrix'e hapsedilmiş olan neo ve iş ortağı matrix 4 oyunu hakkında konuşurken warner bros tüm haklara sahip, bu nedenle isterlerse hem bizden ayrı bir seri yapabilirler hem de bizimle olan iş ortaklıklarını sonlandırabilirler deniyor. neo'nun yeni oyun üzerinde çalışırken yaşadığı stresi birebir lana watchowski'nin yaşadığını da tahmin etmek çok zor değil bu yüzden.

    ancak işte bu hevessiz yaklaşım biraz tembel bir anlatı çıkarmış ortaya. ilk filmi hatırlayın orada da çok karmaşık konular olmasına rağmen morpheus karakterine tüm detayları uzun uzun anlattırıyorlardı. bu filmde de bunu yapabilecek onlarca karakter var aslında. bugs, niobe ve morpheus neo'nun yeni nesil matrix hakkında bilmediği onlarca detayı aktarabilecek karakterler ancak film bu işe neredeyse hiç girişmiyor. bunu denedikleri anlarda da boşluk dolsun hikaye bir şekilde finale doğru uzansın diye hareket ediyorlar.

    filmin ikinci problemi de kendine özgü bir görsel dil yaratamaması. biliyorsunuz batı'da anime biraz underground bir iştir. her ne kadar hollywood filmlerini ona çarpıp yediye bölecek muazzam örnekler olsa da (sadece steins gate örneğini vermek bile yeterli bu alanda) bu çok özel yapımlardan uzak durulur. işte matrix animelerdeki bu karmaşık yapıyı alıp büyük bütçeli bir stüdyo filmine uyarlamıştı. bu nedenle hem dönemine hem de tüm sinema tarihine damga vuracak muazzam bir görsel dile sahipti. cyberpunk ögeler olsun, dövüşlerdeki animeye yakın move setler olsun, uzakdoğu kültürüne gösterilen saygı duruşu olsun çok değerli dokunuşlar vardı. bir de bu ögeleri dev gökdelenlerin olduğu manhattan manzarasına uyarlayınca ortaya çok kendine özgü bir atmosfer çıkıyordu.

    şimdi farklı bir matrix versiyonundayız. bu nedenle bire bir aynı görsel dünyayı beklemek garip olur. çünkü kendini tekrar etmek artık bu ama en azından yeni matrix'e özgü bir atmosfer tasarlanabilir, ilginç olabilecek bir kültürün ögeleri filme serpiştirilebilirdi. bu yapılmadığı için filmin atmosferi de o kadar akılda kalıcı olmuyor haliyle.

    bu hadi göz ardı edilebilir bir problem diyelim çünkü konuştuğumuz gibi buna benzer bir başarı yakalamak çok çok zor aslında. asıl problem ise filmin anlatımının tam bir çorba olması. çünkü konunun ağırlığı nerede olacak karar verememişler filmi yaparken. mesela bugs ve ekibi bir şekilde zor bir durumda olsa ve neo'yu bulup yeni matrix'i yöneten makineler ile mücadeleye girse bu mantıklı olabilirdi. thomas anderson'ı böyle günlük hayatı içinde görürdük ve ne zaman neo olduğunu anlayacak diye heyecan yapardık. ki filmin başlangıcı da böyle ama sorun şurada ki olayın zirvesi bu değil. film önceleri ana amaç buymuş gibi gösteriyor, sonra işi matrix'le mücadeleye getiriyor en son da trinity'nin kurtarılma çabasıyla son buluyor. bu tabi yapılabilir bir şey. ancak film konuları bir bir aradan çıkardıkça arkada kalan olaylar önemini yitiriyor. biz neo ne ara kurtulacak falan diye beklerken bir iki çatışma sahnesi içinde bu çözülünce ha öyle miymiş tamam o zaman deyip geçiyoruz izleyici olarak.

    filmin finalinin bağlandığı yere bakarsak da aslında burada tutarlı bir anlatım var. seçilmiş kişinin amacı insanlar hakkında veri toplayıp bu bilgiler ile kaynak koda geri dönüş yaparak bir sonraki matrix'in iyileştirilmesini sağlamak. birinci serinin geçtiği beşinci nesil matrix'te de makineler insanların neden bu kadar tahmin edilmez olduğunu anlamaya çalışıyordu. neo, trinity'e aşık olunca da istedikleri veriye ulaşmış oldular. bu nedenle yeni filmde izlediğimiz matrix yapısı bir anlamda mantıklı. çünkü makineler artık insanların nasıl aşık olduklarını biliyor. sistemin merkezinde ana güç kaynağı olarak neo ve trinity'nin olması, onların birbirlerini görüp birlikte olamamaları sonucu makinelere yüksek enerji sağlamaları falan mantıklı adımlar. gelin görün ki bunun anlatımı yeterince iyi yapılmıyor.

    örneğin ikinci filmdeki mimar / seçilmiş kişi buluşmasını hatırlayalım. bu sahne ortalama bir filmde konuşacağımız kadar konuya tek başına sahip aslında. mimarın soğuk ve mekanik yapısı, ikili seçimler, insan doğası ve makineleşme, kader ve özgür irade gibi üzerinde düşünmeye değer pek çok konuya serinin süresi içinde kısacık diyebileceğimiz bir anda bahsediliyor. bu nedenle sahnenin etkisi de çok yüksek oluyor.

    bu filmde ise öyle bir an yok. birincisi her ne kadar başarılı bir oyuncu da olsa neil patrick harris karakterini ilk serideki mimar ya da ajan smith'i canlandıran hugo weaving kadar etkileyici bir şekilde canlandıramıyor. belki artık o soğukluk yeni nesil izleyiciye hitap etmiyordur. bize daha kısa sürede nefret edilebilecek kompakt bir kötü lazım demiş olabilirler. ancak matrix'i de izleyici beklentisini düşünüp yapmazsın (gerçi filmin başındaki yeni oyun toplantılarından gördüğümüz üzere filmin yaratıcılarına bu yönde bir baskı yapılmış) sen anlatacağını anlat insanlar gelip çözsün ne olduğunu. mesela reloaded'da ikizler adında muazzam dikkat çekici iki adet karakter vardı ve sen bu karakterler sanki çok dikkat çekici değillermiş gibi bahsedip geçmiştin. onlar hakkında olup biteni biz izleyiciler üzerine düşünüp bulmuştuk. ha bu konuda ama yüzde yüz senaristler suçludur diyemem. çünkü 2000'lerin başında falan filmlerin bir ağırlığı vardı. şu anki sinema izleyicisi tüm cevaplar kolay bir şekilde önlerine düşsün diye beklediklerinden mecburen bu şekilde hareket edilmiş olabilir.

    filmin teknik alanına bakacak olursak da aradan geçen 20 yılda teknoloji bu kadar gelişmişken nasıl olup da efektler konusunda geri gitmeyi başardıkları bir merak konusu. tamam kendi serisi de olsa matrix ve sinema dünyasında yaptığı devrimle karşılaştırmak haksızlık olur ancak burada problem sadece görsel efektler değil. o efektlerin izleyici üzerinde yarattığı hissiyat da bambaşkaydı. mesela neo'nun mermileri durdurması, trinity'e giderken şehri harap edecek bir hızda uçması, hatta morpheus'u kurtarmaya gittiklerinde girdikleri çatışma falan hepsinin bir ağırlığı vardı. şimdi ise herkes bir yerlerden uçup kaçıyor, mermilerden sıyrılıyor ve neo bile gücünü o kadar alalade şeyler için kullanıyor ki o karizmatik dokunuşların hiçbirini göremiyoruz burada. mesela hatırlayın ilk filmde ajan smith neo'yu döverken o kadar hızlanmıştı ki attığı yumrukları üçer beşer görüyorduk ve aha gitti eleman diye üzülüyorduk. bu filmde de benzer bir an yaşandı ama ben izleyicinin bunu fark ettiğinden bile şüpheliyim. ha neyi fark ettiler derseniz neo'nun uçmayı deneyip uçamadığı sahnede güldü salon. ki bu düpedüz marvel esprisi alla aşkına ne yapıyorsunuz bir kendinize gelin.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak reboot'lar bilmem neler artık yeter ya. aynı evren farklı bir hikayenin anlatılması belki tamamdır ama orijinal bir fikir barındırmayacaksa bu şekilde filmin yapılmasının da bir gereği yok açıkçası. ha benim geldiğim salonda muhtemelen 3 tane koltuk boştur. gerisi full'dü. bu nedenle warner bros'un filmden beklentisi gerçekleşti ancak para için bu kadar da ihanet etmeyin sinemaya. sonuçta biz oraya hiç olmazsa bizi şaşırtacak, heyecanlandıracak, (her film için geçerli değil ama ufkumuzu açacak, merakta bırakacak filmler için gidiyoruz. yau gece seansına ben bunu görmek için mi geldim demek için değil.

  • rakip takım yöneticileri tarafından ısrarla yok sayılmaya çalışılan kulüptür. siz yok sayınca yok olmuyor işte.
    ''beşiktaş isterse arena'da oynar.'' fikret orman
    ''fenerbahçe isterse hamit'i alır'' ali yıldırım

    ''hamit'i alıyorum, stadı da vermiyorum amk.'' ünal aysal.

  • yaşlı bir amca tarafından onay gören gençlik. otobüste bizzat başıma gelmiştir.
    ankara'da yaşayanlar bilir. 65 yaş üstü, egolara ücretsiz biner ve otobüs güruhunun (mesai saatleri dışında) % 50 sini bu topluluk oluşturur. yine yorgun argın dersten çıkıp eve gitmek için otobüse bindiğim bir gün, amcanın biri bindi ulustan (yanında 10-15 tane daha amca var tabi) önümdeki genç yer vermek için doğruldu, amca gel şöyle otur diye. amca gencin omzuna bastırarak hayır evladim dedi. siz oturun. biz ücretsiz diye ekmek almaya bile otobüse binip,ulusa geliyoruz. orada vakit geçiriyoruz işte.. siz akşama kadar ders işleyip kafa patlatıyorsunuz, akşam gidip gece yarılarına kadar ders çalışıyorsunuz. sizin hakkınız oturmak. bizim değil..

  • bugün (dün yani artık) ilk avukatlık ücretimi almamla sonuçlanan diyalog türü.
    (aldığım maaş ayrı. o iş kanunu'na dair bi hadise. neyse, farkı anladın sen.)

    büyükçekmece adliyesi, 15.05.2009. saat 12 olmak üzere. hakim çıkmadan ona bi yetişmeye çalışıyoum. bu arada koridorda...

    - afedersiniz, avukat mısınız?
    - evet buyrun?
    - ya benim bi dilekçe yazmam lazım yardımcı olur musunuz?
    - tamam olurum ama acelem var, 5 dk bekle yardım edicem...

    (hakimle konuşulur, kalem'le konuşulur, iş halledilir, yardım isteyen vatandaşa dönülür)

    - ben kefaletle serbest kaldım ama sonra beraat ettim, şimdi o kefaleti geri almak istiyorum, dilekçe yaz dediler ama nasıl yazılır bilmiyorum.

    elinde beraat kararı da vardır, kelime kelime yazdırılır dilekçe. çünkü çocuk gerçekten bilmiyor, tamamen alakasız olayla.
    ne yapması gerektiği anlatılır filan. git hakimden imza al, imza aldıktan sonra git bi de fotokopisini çektir sende dursun vs vs vs...

    - çok teşekkür ederim, allah razı olsun, çok sağol vs vs vs
    - ya yok bişey büyütülecek, önemli değil, sen sağol.
    - açlığın var mı?
    - yok, teşekkür ederim.
    - sana borçlu kaldım ya, yemek ye istersen ben öderim, allah razı olsun.
    - borç yok, allah senden razı olsun.

    ayrılınır, yemeğe çıkılır, yemekten gelinir. bizimki hala adliyede. selamlaştık. 5 dakika geçmeden geldi bu, elinde iki tane yarım litrelik su.

    - birini sana aldım, bari bunu al, ferahlarsın iyi gelir. teşekkür niyetine.
    - ben teşekkür ederim. iyi düşünmüşsün.

    böylelikle, ilk ücretimi de almış oldum yarım litre su olarak.

    babama anlattım bunu, o zemzem suyu gibi şimdi dedi. öyle vallahi.
    damla damla içicem onu, sevdiklerimle paylaşa paylaşa.
    çok mu duygusalım acaba?

  • cumhurbaskanina hakaret etse yarın sabah gözünü nezarette açardı. ulkenin kurucusuna kufrediyor birde ustune utanmadan mahkemeye gidip entry sildiriyor pezevenk.